BARAN BOZOĞLU: İÇ ANADOLU KURAKLIKLA YÜZLEŞMELİ

ÇMO Başkanı Bozoğlu: Konya, Kayseri, Ankara ve çevre illerin ciddi bir kuraklıkla karşı karşıya kaldığını şimdiden söyleyebiliriz. Zaten veya başka havzalardan su getirilmesi çalışmaları devam ediyor.

 21.12.2016

Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Bozoğlu, ‘’Yapılan bilimsel çalışmalarda İç Anadolu Bölgesi’nin artık kuraklıkla yüzleşmesi gerektiğini görüyoruz.Yani Konya, Kayseri, Ankara ve çevre illerin ciddi bir kuraklıkla karşı karşıya kaldığını şimdiden söyleyebiliriz” dedi.

İklim değişikliği, bütün dünyanın üzerinde kafa yorduğu çeşitli zirvelerle ortak çözümler aradığı bir sorun olarak hergün daha fazla gündeme geliyor. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu, “2016’da özellikle İç Anadolu Bölgesi’nde yağışın düştüğünü görüyoruz. Yapılan bilimsel çalışmalarda Türkiye’de İç Anadolu Bölgesi’nin kuraklıkla artık yüzleşmesi gerektiğini görüyoruz. Yani Konya, Kayseri, Ankara ve çevre illerin ciddi bir kuraklıkla karşı karşıya kaldığını şimdiden söyleyebiliriz. Zaten veya başka havzalardan su getirilmesi çalışmaları devam ediyor” diye konuştu.

Bölgede yağış oranı azaldı. Bozoğlu, çözümle ilgili olarak da, ‘’Burada dolayısıyla bizim yapmamız gereken şey enerji verimliliğini mutlaka sağlamalıyız. Diğer konu, kentlerde ulaşımın mutlaka toplu taşımanın geliştirilmesi, bireysel araba kullanılmaması konusunda çalışma yapmamız lazım. Afetlere karşı sigorta konusu önemli. Acil durumlara dair de ne yapılacağının AFAD tarafından daha belirgin hale getirilmesi ve eğitim verilmesi gerekiyor. Bir de erken uyarı sistemleri var. Bu yaptığınız ufak yatırımlar belki bazen büyük gibi görünen yatırımlar bizi daha sonra maddi kaybı, milli kaybı, milli gelirin kaybolmasını engelleyecektir” dedi.

Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Bozoğlu, “Yapılan bilimsel çalışmalarda Türkiye’nin iç Anadolu Bölgesi’nin kuraklıkla artık yüzleşmesi gerektiğini görüyoruz. Yani Konya, Kayseri, Ankara ve çevre illerin ciddi bir kuraklıkla karşı karşıya kaldığını şimdiden söyleyebiliriz” dedi.

İklim değişikliği, bütün dünyanın üzerinde kafa yorduğu çeşitli zirvelerle ortak çözümler aradığı bir sorun olarak hergün daha fazla gündeme geliyor. Türkiye de bu konuda bakanlık ve çeşitli kuruluşlar üzerinden çalışmalar yürütüyor. Bu konuda oda olarak raporlar hazırlayan ve gelişmeleri yakından izleyen TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Baran Bozoğlu ile iklim değişikliğini ve muhtemel sonuçlarını konuştuk¦

İklim değişikliği konusu artık daha fazla tartşıılır hale geldi.

Bu konuda Çevre Mühendisleri Odası’nın da raporları var. Sizin tespitleriniz neler?

Biz Çevre Mühendisleri Odası olarak özellikle Paris İklim Anlaşması geçen yıl biliyorsunuz gündeme geldi ve ilk defa. İlk defa derken Kyoto Protokolünden sonra bütün ülkelerin sahiplenebileceği bir anlaşma ortaya çıktı. Bu anlaşmaya Türkiye de imza atacağı taahütünde bulundu ve nisan ayı içerisinde New York’ta bütün dünya liderleri, bizim de Çevre Bakanımız gidip orada imzayı attı ve Paris İklim Anlaşması’nı desteklediklerini beyan ettiler. Bu anlaşma sonrasında bizim de Çevre Mühendisleri Odası olarak konudan, bu sorunların muhatabı olan bir meslek grubu olarak iklim değişikliği konusunu biz de ön plana aldık. Meslek odamızın öncelikli çalışma alanları içerisinde yer aldı.

Paris Anlaşmasının kabul edilmesi ülkemiz tarafından ve iklim değişikliği sorununa karşı çözüm üretilmesi ve çözüm üretilmeyen konularda yaşanabilecek afetlere karşı hazırlıklı olunması yani uyum sağlanması konusunda çalışmalar yapmaya karar verdik. En son genel kurulumuzda da bu perspektifte bir yol haritası çıkarttı. Bu kapsamda da dediğiniz gibi ekim ayı içerisinde bir rapor hazırladık. Bu rapor Türkiye üzerinde iklim değişikliği ve Türkiye’deki enerji politikası yatırımları konusunda bir çalışma aslında. Çeşitli bölgeleri inceledik özellik Adana, Hatay bölgesi ve Çanakkale bölgesinde çalışmalarımız oldu. Bunları da peyderpey kamuoyuyla paylaşıp hükümete, bakanlıklara bilgi sağlayıp onların politikalarının iklim değişikliği konusunda hassas bir noktaya getirmeleri yönünde fikir vermek istedik. Yani bilgi paylaşımı yapmaya çalıştık. Kuşkusuz bakanlıklarımızın zaten Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın da çok önemli raporları var. Bu yıl içerisinde de yine Türkiye Çevre ve Şehircililik Bakanlığı ve TÜBİTAK projesi birlikte gerçekleştirildi ve Türkiye’nin iklim değişikliği konusunda bildirimi yapıldı. İklim değişikliği konusunda önemli çalışmalar var. Yani Paris Anlaşması Türkiye’nin iklim konusunda, iklim değişikliği konusunda mücadele anlamında bir ivmeleme sağlandığını söyleyebiliriz. Bakanlıklarımız da bu konuda bir çalışma sürecini de hızlandırdılar. Özellikle de Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın Su Üretim Genel Müdürlüğü önemli iklim değişikliği konusunda projeler geliştirdi.

Türkiye’deki durum ne?

Biz en kırılgan ülkelerin başında geliyoruz. Üç tarafı denizlerle çevrili ve bulunduğumuz coğrafi konum itibariyle iklim değişikliği konusunda en fazla etkilenecek ülkelerin başında geliyoruz. Öyle ki, 2014 yılındaki Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü taralından yayınlanan rapora göre, Türkiye’de yaşanan afet sayısı 500’dü 2014 yılında. 2015 yılında ise bu afet sayısı 731’e çıktı. Biliyorsunuz 2015 yılı en sıcak yıl olarak kayıtlara girdi. Şimdi 2016 yılı yine en sıcak yıl olarak kayıtlara girecek.

Yani rekor üstüne ne yazık ki rekorlar kırılıyor. Dolayısıyla Türkiye’deki afet miktarı gittikçe artıyor. Bazı afetler kayıt altına alınıyor, bazıları alınamıyor. Ama afet açısından baktığınız zaman Doğu Karadeniz Bölgesi özellikle sel felaketleri konusunda iklim değişikliğinin çok büyük bir etkisinin olduğunu görüyoruz. Grafikleri üst üste koyduğumuz zaman sıcak yılları ve sıcaklık artışıyla yaşanan sel felaketlerini biraraya getirdiğimiz zaman iklim değişikliğinin çok büyük bir etkisinin olduğunu görüyoruz.

Fakat bu iklim değişikliği konusu içerisinde kuraklık da çok önemli bir afet olarak ifade edilmesine rağmen Türkiye’de hala kuraklık afet kapsamına alınmadı. Yani afet kavramımız, afet tanımımız içerisinde kuraklık kavramı ne yazık ki yok. Dolayısıyla yapılması gereken öncelikli işlerden bir tanesi de aslında afet kapsamında kuraklığında alınıyor olması. Bu da önemli bir iş olacaktır. Tespitlerimizden biri de bu.

Yenilenebilir enerji konusunda adımlar atılıyor mu?

Tabi bu olumsuzlukların yanında çeşitli olumlu gelişmeleri de söylemek lazım. Yani Türkiye yenilenebilir enerji konusunda da önemli çalışmalara imza attı. 2003 yılından sonra özellikle hızlı bir şekilde jeotermal, rüzgar ve güneş enerjisi konusunda bir ivmelenme olduğunu görüyoruz. Bu anlamda umutsuz olmamak gerektiğini de söyleyebiliriz. Örneğin biraz sayısal veri vermek gerekirse de şu an Türkiye hidro elektrik santralleri de sudan elde edilen enerjiyi de bir yenilenebilir bir enerji olarak değerlendirirsek eğer Türkiye enerjisinin yaklaşık yüzde 43’ünü kurulu güç olarak baktığınız zaman yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlıyor. Aslında elektrik üretimine de odaklanmak lazım. Elektrik üretiminde ise yüzde 28,4’ünü kömürden sağlıyor ve yüzde 25,8’ini yine hidro elektrik santrallerden yüzde 37,8’ini de doğalgazdan sağlıyor. Yüzde 4,4’ü de rüzgar enerjisi. Yani ciddi bir ivmelenme oldu rüzgar enerjisi biliyorsunuz 90’larda çok kullanılan bir yöntem değildi. 2000’lerde Türkiye bu konuda çok ciddi yatırımlar yaptı. Özellikle güneş enerjisi konusunda güneş tarlası kurulması yönünde geçtiğimiz günlerde Enerji Bakanımızın bir açıklaması oldu. Bu da bizi sevindiren olumlu bir gelişme olarak karşımızda durdu. Yani enerji politikamızda yenilenebilir enerjiyi ön plana çıkarma noktasında çalışmalar var. Fakat bununla birlikte yerli kömür kullanımı konusunda birtakım açıklamalar oldu. Dışa bağımlılığı azaltma konusunda birtakım açıklamalar oldu. Şu anda Çanakkale ve Adana bölgesinde yaptığımız incelemelerde termik santrallerin tamamı ithal kömürle çalışma üzerine kurgulanmış durumda. Dolayısıyla Enerji Bakanımızın yaptığı açıklamayla bu durum bir çelişki yaratıyor. Ama gözlemlediğimiz kadarıyla da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu ithal kömürle çalışan termik santrallerin ÇED raporlarını henüz onaylamış değil, süreci devam ediyor. Umut ediyoruz ki bu ithal kömürle çalışan termik santrallere onay verilmeyecektir ve bu bir şekilde de bu çarpık yapılaşmayı  çözme şansımız olabilir. Planlı bir yaklaşım olmadığını ne yazık ki görebiliyoruz.

“Yeni bulaşıcı hastalık riski”

Diğer bir konu, Karadeniz ve sahil şeritlerimizde toprak kayıpları olabileceğini öngörüyor aynı zamanda da dere yataklarında taşmalar gibi zaman zaman bunların afetlere neden olmasını bekliyoruz. Tabi bununla birlikte çeşitli hastalıkların tekrardan artacağını söyleyebiliriz. Özellikle Türkiye’nin coğrafyasının çok alışık olmadığı hastalıkların ve mikropların oluşabileceğini, bunların farklı ülkelerden taşınma yoluyla gelebileceğini ve buna doğal alanın yani sıcaklıktaki dalgalanma nedeniyle zemin oluşabileceğini söyleyebiliriz. Bu da bizi salgın hastalıklar riskiyle karşı karşıya getirecektir. Bu da yine raporlarımızda ortaya çıkan bir sonuç. Şimdi peki ne yapmak lazım? Dediğiniz gibi bunlar beklenen senaryolar ve gerçekleşiyorlar. Şu an hayatımızın tam merkezinde. Bizim sağlık sistemimizde yıllardan beri takip edilen bir envanter olmadığı için hangi konularda ne gibi hastalıkların ortaya çıktığını gözlemlemekte sıkıntı yaşayabiliyoruz. Ama gelişmiş ülkelerin hazırladığı raporlarda iklim değişikliğinin insan sağlığına ne gibi etkilerinin olduğu açık bir şekilde konuluyor. Örneğin sıcak aylarda zarar veriyor kalp krizi riski ve beyin kanamaları gibi yaşlı nüfusun maruz kalabileceği ölümler. Bu ölümlerin sıklıkta, artışta olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ömrümüz de gittikçe kısalacakmış gibi görünüyor.

Afet meselesi önemli. Bu konudaki gözlemler nasıl?

Özellikle 2015 yılı içinde yağış miktarlarının azalmaya başladığını söyleyebiliriz. 2008 de çok ciddi bir yağış düşüşü ve büyük bir kriz yaşadık. Benzer bir kriz 2013’te de kısmen yaşandı ama önlemler alındığı için o dönem çok fazla problem yaşanmadan atlatıldı ama 2014 ve 2015 yıllarında da bir düşüş olduğunu görebiliyoruz. 2016’da da özellikle İç Anadolu Bölgesinde yağışın düştüğünü görüyoruz. Yapılan bilimsel çalışmalarda Türkiye’nin İç Anadolu Bölgesi’nin kuraklıkla artık yüzleşmesi gerektiğini görüyoruz.

Yani Konya, Kayseri, Ankara ve çevre illerin ciddi bir kuraklıkla karşı karşıya kaldığını şimdiden söyleyebiliriz. Zaten Kızılırmak’tan veya başka havzalardan su getirilmesi çalışmaları devam ediyor. Bu nedenle yapılması gereken şey net bu bölgelerdeki tarımsal planlamayı suyu az tüketen tarımsal üretime yöneltmemiz gerekiyor ancak bu şekilde süreçten zarar görmeden kurtulabiliriz.

“Afetlere karşı sigorta sistemi”

Gelişmelere hazırlıklı hale gelmemiz gerekiyor. Bunun için tarımsal üretimde kuraklığın önlenmesi, kuraklığın afet kapsamına alınması bu konuda sigorta yaklaşımının güçlendirilmesi. Kayıp ve zararlar başlığı Paris Anlaşmasında önemli bir başlık, göz ardı edilen bir başlık. Bu başlık altında sigortacılık kavramı da özellikle vurgulanıyor. Sigorta şirketleri iklim değişikliğinden çok zarar gören yapılar arasında yer alıyor. Çünkü sel felaketleri, kuraklık gibi durumlar aslında sıkıntı yaratıyor. Bu nedenle aslında onlar da bir hazırlık ve tartışma içerisindeler. Risk analizlerini onlar da ortaya çıkarıyorlar.

Bu nedenle Türkiye şu an bir tarım sigortaları kavramı var bunun da daha fazla geliştirilmesi ve kuraklık riskinin göz önünde bulundurulması, sigorta yönteminin hayat geçirilmesi, çiftçinin daha az zarar görmesini sağlayabilir. Bu anlamda da çeşitli toplantılar yapıldığını duyuyoruz önemli gelişmeler olmasını bekliyoruz.

Terör kadar zarar veriyor

Bu  arada Meclisin bir an önce artık Paris İklim Anlaşmasını onaylaması gerekiyor ki, uluslararası alanda eli daha güçlü hale gelsin. 22. toplantısı yapıldı iklimle ilgili BM’nin Fas’ta gerçekleşti orada bizim iklim müzakerecimiz Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı önemli bir konuşma yaptı. Biz ekonomik anlamda fonlardan yararlanmak istiyoruz dedi. Bu meşru bir talep bizce belki bir şey sorgulanabilir birçok adım atılması gerçekleştirilmiyorken böyle bir talebin uluslararası alanda istenmesi belki garipsenebilir ama meşru bir talep olduğu gerçeğini değiştirmez. Çünkü Türkiye en çok etkilenecek ülkelerin başında ve bu işin sorumlusu biz değiliz. Bu işin sorumlusu yıllardır kendileri için kirleten ülkelerdir. Dolayısıyla onların fon aktarması ve bizim gibi kırılgan olan ada ülkelerine de maddi anlamda destek sağlamaları gerekiyor ki biz teknolojimizi güçlendirelim yeni bir enerjiye odaklanalım ve olası felaketlere karşı da hazırlıklı hale gelelim. Şu an ülke gündemi çok daha farklı konularla ilgilenmek zorunda ekonomik kriz, terör veya savaş konularında ilgileniyor ama iklim değişikliği de, yaşanan afetler de en az terör kadar hayatımıza zarar veriyor. Ciddi anlamda maddi ve manevi kayıplarla karşı karşıya kalıyoruz.

Bu elinizdeki veriler iklim değişikliğine veya kuraklığa ilişkin veriler Türkiye için bir projeksiyon sunuyor mu bize. Türkiye’de önümüzdeki süreçte ne bekleniyor?

Paris iklim Anlaşmasıyla birlikte bunun onaylanıyor olması bütün sorunları çözmüyor. Yapılması gereken şey çok net Paris Anlaşmasının hedefi şu: sıcaklıkları ortalama 1,5 derece ile sınırlandırmak. Şu an zaten 1 derece artmış durumda yani yarım derecelik bir hakkımız olduğunu görüyoruz bu belki 2 dereceye bile geleceği söyleniyor. Hedef 1 buçuk ama 2 ile sınırlandırmak diye bir ifadesi var. Bunu gerçekleştirmek mevcut konjektürde ve dünya politikasına baktığımız zaman iklim değişikliğinin hayata geçirilmesine biz şüpheyle bakıyoruz. İklim değişikliği gerçek hayatımızda hızlı bir şekilde yer alıyor. Türkiye bir kere afetlerin artışı ve kuraklık İç Anadolu bölgesinde mutlaka karşı karşıya gelecek. 2030 yılı ve sonrasında ciddi bir kuraklık olacağını hem bakanlıklarımızın hem TÜBİTAK’ın hem de bizim yaptığımız çalışmalarda net bir şekilde görebiliyoruz. Yağış oranların da azalma bu bölgelerde olacak ama yağış sıklığında ve şiddetinde değişiklikler öngörülüyor. Şiddeti ve sıklığı artan kısa süreye sıkıştırılmış yağışlarla karşı karşıya kalabiliriz. Bu da yine kuraklığa sebep olan ve sel felaketini artıran bir yaklaşımdır.

“Enerji verimliliğini sağlamalıyız’

Sonuç olarak ne yapmak gerekiyor?

Burada dolayısıyla bizim yapmamız gereken şey enerji verimliliğini mutlaka sağlamalıyız. Kayıp ve kaçaklarımızı azaltmalıyız elektrik üretimi konusunda. Bunun için yerli, yenilenebilir enerji üretim biçimlerini güçlendirmemiz, bunları teşvik etmemiz, Ar-Ge çalışmalarımızı bunlara odaklamamız ve bunları millileştirmemiz gerekiyor. Son dönemlerde özellikle vurgulanan bir konu bu. Çünkü teknolojisini başka yerden aldığınız yenilenebilir enerji kolları da zamanla bizim için sıkıntı yaratır. Dolayısıyla teknolojiyi kendimiz üretmemiz gerekiyor. Bunun için de bu konuya bir kaynak ayrılması lazım. Diğer konu, kentlerde ulaşımın mutlaka toplu taşımanın geliştirilmesi, bireysel araba kullanılmaması konusunda çalışma yapmamız lazım. Bu konuda geçtiğimiz günlerde Denizli’deydi galiba, bir belediye çok uzun bir bisiklet yolu çalışması yapmış. Yani aslında bir çaba olduğunu görüyoruz. Buna hazırlık yapmak gerekiyor. Diğer konu şu, sigorta konusu. Buna da ayrı bir çalışma yapılması gerekiyor. Risk değerlendirme, hangi alanlarda ne gibi etkileri olacağını görmek gerekiyor. Acil durumlara dair de ne yapılacağının AFAD tarafından daha belirgin hale getirilmesi ve eğitim verilmesi gerekiyor. Yani küçük yaşta çocuklarımız artık iklim değişikliği konusunu biliyor ve buna dair olası afetlere karşı ne gibi hazırlıklar yapılması gerektiğine dair mutlaka bilgi sahibi olması gerekiyor. Bir de erken uyarı sistemleri var. Erken uyarı sistemleri de atlanmaması gereken bir konu. Biliyorsunuz deprem konusunda erken uyarı sistemi tartışması var İtalya’nın çalışmalarını geçtiğimiz günlerde gördük. Yine bu sel felaketi ve kuraklığa dair de erken uyarı sistemlerinin oluşturulması, güçlendirilmesi önemli. Meteoroloji işleri Genel Müdürlüğü’nün bu konuda çalışmalarının olduğunu biliyoruz. Bu konuda teknoloji geliştirme ve yatırım yapılması önemli. Bu yaptığınız ufak yatırımlar belki bazen büyük gibi görünen yatırımlar bizi daha sonra maddi kaybı, milli kaybı, milli gelirin kaybolmasını engelleyecektir. Dolayısıyla burada yapılan yatırım insana, doğaya ve ülke ekonomisine yapılan yatırımları özetleyebiliriz. Ama her yatırım aslında ülkeye, topluma ve milli ekonomiye yapılan katkılardır diyebiliriz.

Dr. Baran Bozoğlu TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Genel Başkanı © 2019

Menü

Sosyal Medya Hesaplarımız